11 Temmuz 2013 Perşembe

09 Temmuz 2013 - David Sanborn Bob James feat. Steve Gadd and James Genus Konseri


07 Temmuz 1997 tarihinde –nasıl olduğunu hala hatırlamıyorum- Açık Hava’daki Marcus Miller, Eric Clapton, David Sanborn, Joe Sample ve Steve Gadd’in verdiği konsere bilet bulamadığım için gidememiştim. Ancak –her ne kadar hoşlanmadığım bir şey olsa da- kapıda bilet bulurum ümidiyle dolanmış, durmuş, bulamayacağıma inandıktan ve kanaat getirdikten sonra kaçak girmenin yollarını aramıştım. Açık mavi tayyörüm ve elimde evrak çantamla demirlerden atlamaya karar vermiş, görevli çocuğu ikna etmiş, çocuktan beni kaçak sokma sözü almış ancak –sanırım- görev değişikliği nedeni ile çocukla karşılaşamayınca hüsrana uğramıştım. E. beni zorla yemeğe sürüklemiş ve saatlerce “Bu konsere gelenler Joe Sample’ı biliyorlar mı, kaç albümünü dinlemişler, David Sanborn’un bir albüm adını söyle desen söyleyemezler, zaten bu doluluk sırf Eric Clapton yüzünden, bu konsere gitmek benim hakkım “diye akıllara ziyan şekilde konuşup durmuştum. Anlayacağınız üzere aradan tam 16 yıl geçmiş olmasına rağmen ve aradaki dönemde David Sanborn’un  ve Marcus Miller’ın tüm konserlerine gitmiş olsam da yaram hala taze…

16 yıllık açık yaram nedeniyle David Sanborn’un geleceğini öğrendiğimde hemen bilet aldık ve 09 Temmuz akşamı Haliç’in yolunu tuttuk.Konser Açık Hava’dan Haliç Kongre Merkezi’ne aktarılmış olduğundan biletler numarasızdı ve kapının konser saatinden yarım saat önce açılacağı yazıyordu. Allah’tan erken bir saatte vardığımızdan söylenen saatten 15 dakika önce açılan kapılardan hızlıca süzüldüm, biletimin üzerinde yazan kategorideki boş olan koltuklardan birine hemen kuruldum. Tabii erken gelenlerden yer tutup sonra dışarıya gidenler, döndüklerinde yerlerine oturulduğunu görünce kızanlar, biletlerinde yazan kategorideki yerlerine oturamayanlar  olsa da genel olarak seyirci ile ilgili çok az sıkıntım (performans esnasında sürekli flaşlı resim çeken bir iki kişi dışında) vardı bu sefer.


Saat 09.30’u az geçe David Sanborn, Steve Gadd, Bob James ve James Genus sahnede yer aldılar. Bob James kırmızı ceketi ve kırmızı çerçeveli gözlükleri ile göz alırken, Sanborn ise tamamen siyah rengi tercih etmişti. Konsere yeni albümleri “Quartette Humaine” adlı yeni albümlerinden iki parça ile başlayan  dörtlü, daha sonra Sanborn ile James’in bundan 26 yıl önce kaydettikleri ve büyük başarı sağlayan albümleri Double Vision adlı albümden bir Marcus Miller bestesi olan More Than Friends ile devam etti.
  
İlk üç parçadan sonra mikrofona uzanan James, yeni albümlerini ünlü piyanist Dave Brubeck’e bir armağan olarak sunduklarını, onun müziğinden esinlendiklerini özellikle stüdyoya girmeden hemen önce Brubeck’in ölüm haberini alınca bu hislerinin daha da yoğunlaştığını ifade etti. Bu esinlenme ile bestelenen You Better Not to College çalınan bir diğer parça oldu. Arada yine Double Vision’a dönen ve yine bir Marcus Miller bestesi olan Maputo’yu , ardından Sanborn’un eşi için yazdığı Sofia ile devam ettiler. Bob James’in piyanoya olan hâkimiyeti, her notayı hissettirişi ve temiz çalışı, Sanborn’un 63 yaşında saksafonundan çıkardığı sesler beni mest etti.
 
 
Bu iki albüm arasında Sanborn –yanılmıyorsam- Time Again adlı albümünden Comin’ Home Baby adlı parçasını çaldı. Ardından yine söz alan James, Türk Müziği Brubeck’in Blue Rondo A La Turk adlı parçasına atıfta bulunarak Türk Müziği dinlemiş olabileceğini ve bu besteyi yaptığını, kendisinin ise ritm ve notaları saymak ta zorlandığını, bizlerin matematiğinin daha iyi olduğunu , kendisinin sadece dörde kadar saydığını söyleyerek bizleri güldürdü ve ardından  James'in Follow Me adlı bestesini çaldılar.


Konser sonunda kuvvetli alkışlar sonucunda bir kere bis yaptılar. Bisteki Steve Gadd’in olağanüstü davul solosu ise konser boyunca çok fazla solo yapmayan Gadd’i de özel olarak dinlememize vesile oldu. İkinci bis talebimize sadece sahneye çıkıp selam vermekle yetinen dörtlü yüzlerinde konser boyunca eksik etmedikleri gülümseme ile veda ettiler.
 
Bu konser sonrası yaramın biraz kabuk tutmaya başladığını söyleyebilirim. Eve döndüğümde hala sakladığım ve birkaç sene önceye kadar teypte dinlemeye devam ettiğim David Sanborn ile ilk tanışmam olan Close Up albümünün kasetimi buldum ve anılar kutumun içine attım.
Sevgiler

Billur

9 Temmuz 2013 Salı

04 Temmuz 2013- Anthony Strong Konseri


Geçen Çarşamba günü Caz Festivali’nde ikinci akşamımızı Avusturya Konsolosluğu Yazlık Sefareti’nde [görüldüğü üzere sefaretten sefarete uzun ince bir yoldayım sürekli] idrak ettik. Konser öncesindeki kokteyle katılmayıp , yemek faslını istediğimiz biçim ve süratte halletmemize rağmen arabamızı ancak yarım saatte park etmeyi başardık ve mekanın içine girebildik. Bu Sefaret binasının da , arkadaki taraçalı gizli bahçesinin de can sıkıcı olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım. İnsan sadece bahçesine bakarak ömrünü geçirebilir, arada  ön cephedeki pencereden denize bir bakış atar ve mavi ile yeşili kısa sürede birleştirebilirsiniz. Ben şahsım adına geri kalan ömrümü orada geçirmeyi çok isterim, hem de canım sıkılı sıkıla.



 Binanın içine gelince arka taraftaki giriş kısmında bir sergi vardı ve o bölüme girilebiliyordu ancak pek bir şey anlaşılamıyordu. Yine birlikte olduğum arkadaşımız R.  güvenlik görevlisine “yukarı çıkabiliyor muyuz?” sorusuna “hayır” cevabı alınca “ya mimarız da çok merak ediyoruz…” gibisinden birşeyler mırıldandı, görevli kısa  tereddüt anından sonra “tamam ama hemen dönün “dedi. Merdiven tırabzanlarının, demir işlemelerinin üzerinde elimle hızlıca geçtikten sonra, camlı kapıların ardından içeriye baktık. Burada yorumlarımı yaz(a)mıyorum zira beğenimi ifade edecek teknik mimari sözcüklerden oluşmuyor. Sadece şunu söyleyebilirim tavandaki avizeden, sütunlu mermerlerinden büyülendim. Merdivenlerden aşağıya elbisemin eteklerine takılmamak için ağır ağır, elimdeki ipek mendille gözyaşlarımı silerek, bahçede küçük bir gezinti yapmak için kapılara yöneldim…

 
Bahçeye çıktığımda 128 yıllık bir sıçrayışla  dört kişilik bir caz bandının karşısında kendimi buluverdim. Anthony Strong piyanonun başında enerjik, coşkulu bir biçimde çalmaya başlamış, kimisi yerlerde çimlerin üzerinde oturan, kimisi ayaktaki insanlar dikkatlerini sahneye vermişti. Sahnedeki ve özellikle de piyanodaki hâkimiyetine hayran olduğumu, özellikle Cole Porter’ın "Too Darn Hot" adlı parçası başta olmak üzere "Cheek to Cheek" adlı parçayı yorumlayışındaki farklılığını çok sevdiğimi söylemeliyim. Konser esnasında aklım bir an muhteşem bir konser veren Jamie Cullum’a gitse de, aslında farklı oldukları gerçeğini gözardı etmemek gerektiği için, hemen aklımdan sildim bu düşünceyi.

 
Konser sırasında seyirciyle de temas kuran ve laf atan Strong, bir ara “Twitter’ı olan var mı? diye sorunca, -zaten elinden cep telefonu, i-phone vs gibi aygıtlarını elinden hiç bırakmamış olan” dinleyici kitlesi, olumlu yanıt verdi. Bunun üzerine Strong “Buradan harika görünüyorsunuz, şimdi fotoğrafınızı çekip, twitter’a koyacağım” deyince, herkes durdu,  poz verdi. Nisan ayında çıkardığı Stepping Out albümünden parçalar çalan Strong, When I Fall in Love ve Kurt Weill’dan "My Ship" adlı klasiklere de yer verdi.

Frank Sinatra sahnede bir parçaya başladığında seyircilerin daha başında alkışa tuttuğunu, bu usulü kendisi şarkının sözlerine girdiğinde bizim yapmamızı istedi. Parçanın giriş bölümünden sonra söylemeye başladığı anda hep birlikte ıslık, alkış büyük bir coşku gösterdik. Bunun üzerine Strong “ “lütfen durdurun şunu, beni utandırıyorsunuz!” dedi ve gülüşmeler arasında çalmaya devam etti. Seyircinin bisinden sonra hemen sahne alan Strong, neşeli ve sempatik tavırları ile söylediği son parça ile konsere noktayı koydu.

Festivalde yeni bir isim keşfetmenin verdiği güzel duygularla konserden çıktık, albümünü almak istedim mi, evet ama o kadar yoğunluk vardı ki –imzalayacaktı çünkü-R. ile başka yollardan edinmeye karar verdik.

Anthony Strong ile bazı isimlerin yaptığı yorumları aşağıda yazıyorum, ki piyanistliği konusunda ve farklı yorum getirebilmesi noktasında hepsine katılıyorum.
 


Great singer, great pianist!” (Jamie Cullum)

“Fucking amazing!” (Rod Stewart)

“British Jazz may have found its mainstream rendezvous”  (The British Jazz Blog)
New and notable” (Amazon.co.uk)

“A new, genuine, male jazz singer”  (Jazz House, BBC Radio 3)

Real great music”  (BB King)

 

Konserde Azarladığım Kişiler (bana takılan arkadaşlarımın ifadesi ile leş sayım)

Konser adabından habersiz, sürekli bir kokteyl havasında dolanan, konuşan, dinleyen, etrafına rahatsızlık verdiğini farketmeyen, farketse de aldırmayan kişilerin konsere gelmemesi için ne yapabilirim, bilmiyorum. Her konser öncesi, “acaba bu konserde ne olacak” gerginliği ile konsere gider oldum. Bu konserde de arkamızda önce bir çift vardı. Müzik seslerini bastıdığı için onlar da müziğin engelini kaldırmak için bağırarak konuşuyorlardı.Ters ters bakışlara aldırmayınca R. “sen mi ben mi?” diye sordu. Cevap vermeden, arkamdaki kızın bileğini tutup, “lütfen, sizi dinlemekten konseri dinleyemiyorum!” dedim. Önümü döndüğümde , konuşmanın devam etmesi üzerine arkadaşım N. ile bakıştık ve aynı anda döndük. Neyse ki o çift değildi. Bu sefer başka iki kız gülüşüyorlardı. Suratıma değişik ifadeler vererek ters ters baktım, sus işareti yaptım olmadı. Yine elini tutarak, uyardım. Sağ tarafımda yerdeki grup neyse ki ikinci sus işaretimde duruldu. Dibimde iphone’nu ile ilgilenen beyefendi ise yine daha az zarar veriyordu zira konserde ışıklar çok fazla kapalı değildi.

Ben anlayamıyorum bu durumu, gerçekten. Anlayan biri var ise. Bana anlatsın.

Sevgiler
Billur

 

7 Temmuz 2013 Pazar

05 Temmuz 2013 Melody Gardot Konseri


Gülda ile İspanya seyahatimiz esnasında, gazetelerden birinde Melody Gardot’nun konser verdiğini anladığımızda, bilet için aramış ve telefonun diğer ucundaki hanımefendi  bize kahkaha  ile cevap vermişti. O kahkaha karşısındaki hırsımız/burukluğumuz 2009 yılı Temmuz ayında İstanbul Caz Festivali kapsamında tanıştığımız Melody Gardot’nun yeniden geleceğini öğrendiğimizde canlanıverdi ve biletleri gecikmeden aldık.






Melody Gardot, Boğaz şeridinde en beğendiğim mekânlardan biri olan Almanya Başkonsolosluğu’nun Tarabya’daki Yazlık Sefareti’nde sahne aldı. Bu sene konserlerden ziyade mekânlar için bizimle festivale katılan mimar arkadaşımız R. ile uzun süre mekânın, içindeki köşkün ve mini korusunun ne kadar can sıkıcı olduğunu konuştuk, durduk.


Oturma yerleri numarasız olduğundan sahneye biraz uzak olmamızın yanı sıra zaman zaman deli deli esen rüzgâr nedeniyle ürpersek de Gardot uçuş uçuş elbisesiyle, piyanonun başına geçince tüm dikkatimi müziğine verdim. Gardot, geçen yıl çıkardığı albümü The Absence’ın tanıtımı çerçevesinde konserini oluşturmuştu ve bu nedenle Gülda “Les Etoiles’i söyler mi acaba” diye sordu ve birkaç parça sonra Gardot cevap olarak şarkıya giriş yaptı .My One and Only Thrill albümünden söylediği bir diğer şarkı Baby, I'am a Fool idi.
 
 
 
 
 
 Ben açıkçası Your Heart is as Black as Night”ı da söylemesini istedim ama yeni albümündeki “So We Meet Again My Heartache” o kadar güzel ki, kendisini kısa sürede affediverdim.Gecenin sürprizlerinden biri Gardot’nun "Cesaria Evora’yı bilir misiniz” diye sormasının ardından saatlerce ve günlerce üst üste dinlesem bıkmadığım bir şarkı olan “Sodaded” ı seslendirmesi oldu.

 
Konser boyunca Başkonsolosa birkaç kere konser mekânı için teşekkür eden, merdivenlerde oturan dinleyicilere “En güzel yer sizin ki, şarap olsa iyi gider” diyen Gardot, geçen seferki konserine göre daha hareketliydi, dans bile etti. Ben geçen seferki konserinde göre ne kadar hareketli diye düşünürken Gülda “ ne kadar iyileşmiş, hareketi fazlalaşmış “ diyerek düşüncelerimi sese döküverdi.

Gardot, Paris’te başına gelen komik bir olaydan bahsetti. Jetlag olan Gardot, sokak müzisyenlerinin müziğine uyandığında, onlara seslenerek “sizlerle şarkı söylemek istiyorum” dediğini, müzisyenlerin ise “üzerinize bir şey giyseniz iyi olacak” diye cevap verdikleri anda aslında çıplak olduğunu farkettiğini dile getirdi. Neşesini, hareketliliğini dinleyicilere daha iyi geçirmek isteyen Gardot, Başkonsolostan izin de isteyerek sahne ile seyirciler arasındaki mesafenin ve bantların kaldırılmasını istediğini söyledi ve o andan sonra herkes ayaktaydı.

Melody Gardot'nun, Latin, İspanyol, bossa nova, country ve yer yer folk esintileri taşıyan müziğini daha da etkili hale getiren kuşkusuz birlikte çaldığı müzisyenlerdi. Özellikle saksafon çalan Irwin Hall solo yaparken gözleri kapalı dinliyordum ve birden açtığımda iki saksafonu aynı anda çaldığını görünce bir an “ aha, gözler iyice gitti, çift görmeye başladım bir de” dedim içimden. Ama gözlerimde değil Irwin Hall’da bir sorun olduğunu anlayınca rahatladım!

Müziğin dilinin anlaşılır olmasının önemli olmadığını,insanın kalbine dokunmasının yeterli bulunduğunu ve kendisi ölünce müziğinin yaşamasını istediğini söyleyen Melody Gardot’nun bu konuda bir endişe duymamasını söylemek isterdim çünkü kendi müziğini oluşturan ilmekleri o kadar narin ama bir o kadar da sağlam atıyor ki bir yerlerde her zaman çalınacak ve söylenecek şarkıları.
 
 
 

Norah Jones’a benzetilmesinden rahatsızlık duyduğumu, ses ve müzik, şarkı yorumu olarak aralarında fersah fersah fark olduğunu ifade etmek isterdim. Bir başka sefer görüşmek üzere Melody.Yalnız sarı saçlı halini daha çok beğeniyordum…
 
Sevgiler
Billur




Konser Fotoğrafı : medya@iksv.org'dan alınmış olup, Sayın Mustafa Önder'e aittir.

İlginizi Çekebilir

Related Posts with Thumbnails